AKP ile yollarını ayıran eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, kurduğu Gelecek Partisi için yasal başvuruda bulunmasının ertesi günü, bugün, kameraların karşısına geçti. “Bizim bir Geleceğimiz var” sloganıyla çıkan partinin kurucular kurulunu tanıtmak için sahneye çıkan Davutoğlu açıklamalarda bulundu.
Ankara Bilkent Otel’de gerçekleştirilen programda, Davutoğlu’nun sol kısmında kurucular kurulundaki en genç isim olan 22 yaşındaki İsmail Günaçar’ın oturduğu görüldü.
Davutoğlu’nun açıklaması şöyle:
Yeni bir ufka yeni bir geleceğe yürüme iradesi gösteren değerli arkadaşlarım,
Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Bugün “Gelecek milletimizindir, gelecek Türkiye’nindir” diyerek partimizin kuruluşunu ilan ediyoruz. İlk adımını samimiyetle ve kararlılıkla attığımız bu kutlu yürüyüşün halkımız, ülkemiz ve insanlık için hayırlı olmasını diliyorum. İnsanlığın ve milletimizin kritik bir süreçten geçtiği tarihi bir eşikte, benzer nice doğumlara şahitlik etmiş Anadolu’nun kalbi Ankara’da arkadaşımızla birlikte tarihin ve milletimizin huzurundayız. Bütün baskılara ve oluşturulmaya çalışılan korku atmosferine rağmen cesaretle, samimiyetle ve basiretle omuz omuza vererek,Cumhuriyetimizin 100. Yılına hazırlandığımız bu dönemde, ülkemize demokratik ve müreffeh bir gelecek ufku çizmek için bir araya geldik.
“Üç nesil bir arada ve buradayız; farklı yaşlardayız ama hepimiz genciz”
Yetmiş yıllık demokrasi tarihimizin sancıları içinden geçmiş üç nesil olarak buradayız. Aramızda demokrasiye geçiş sancılarını yaşadığımız kırklı yılların sonlarında doğup milletimizin tarihine bir kara leke olarak geçen 27 Mayıs’ı çocuk olarak yaşamış olanlarımız var. 1968 kuşağının idealist heyecanlarını yaşayanlarımız da var, 12 Eylül’ü farklı siyasi akımlarda ama aynı koğuşlarda geçirenlerimiz de var. Demokrasimizin karanlık bir tünele girdiği o yıllarda gözünü dünyaya açanlarımız da var, o günlerde yıllarca özgürce doğan bir güneşi bir şafak vaktinde seyredebilmek için gün sayanlarımız da var. Doksanlı yıllarda Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yeni ümitlerle birlikte doğanlar da var, aynı yıllarda kıyafeti yüzünden bütün geleceğinin kararması ile büyük acılar yaşayanlar da var. Özgürlükler açısından 28 Şubat’ın dondurucu soğuğunda doğanlar da var, bu dondurucu soğuktan bahara yürüyüşümüzde sınavdan sınava girenler de var. Ve nihayet 15 Temmuz’da hain bir çeteye karşı omuz omuza vermiş kahramanlar da var, bu onurlu mücadele sonrasında tam demokratik bir düzene geçeceğimizi ümit ederken düşüncelerini ifade etmekten dahi mahrum bırakılanlar, 28 Şubat’ta büyük fedakarlıklarla tohumları atılan fikir ve bilim kurumlarının tasfiye edilmesi çabalarına şahitlik etmek zorunda kalanlar da var. Bütün bu sancılı süreçleri yaşayan üç nesil bir arada ve buradayız. Farklı yaşlardayız ama hepimiz genciz. Farklı inançlara mensup, farklı dilleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen ancak bu aziz toprakları vatan bilen ve geleceğe birlikte yürümeyi şiar edinen bir topluluğuz.
“Susmaya değil konuşmaya, şikâyet etmeye değil çözüm üretmeye geliyoruz”
Farklı kökenlerdeniz ama hepimiz eşit ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Üç nesil olarak çok sancılar yaşadık, çok acılar gördük. Ama geçmişe değil geleceğe, nefrete değil sevgiye, öfkeye değil merhamete, korkuya değil ümide ayarlıyız. Geçmişe ağıt yakmaya değil, ortak bir gelecek inşa etmeye geliyoruz. Zamanı geçmiş eski sözleri tekrar etmeye değil, ‘yeni şeyler söylemeye’ geliyoruz. Yeni şeyleri ancak geçmişten ilham alarak geleceği inşa edecek olanlar söyleyebilirler. Yeni şeyleri ancak korkulardan ve tabulardan kurtulmuş olanlar söyleyebilirler. Yeni şeyleri ancak bugüne inançları ve yarına umutları olanlar söyleyebilirler. Susmaya değil konuşmaya, şikâyet etmeye değil çözüm üretmeye, bağırmaya değil sakince ve muhabbetle hitap etmeye, surat asmaya değil tebessüm etmeye geliyoruz.
Gün bizi ayıran politikaları değil, bizi birleştiren ilkeleri konuşma günüdür. Bu gelecek yürüyüşünde bize rehberlik edecek olan temel ilkelerimizi milletimizle paylaşmak ve bir anlamda ahitleşmek istiyoruz.
“Kapsayıcı bir yenilenme ihtiyacına cevap oluşturmak üzere yola çıkıyoruz”
Aziz milletim, Değerli arkadaşlarım,
Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken küreselleşme ile birlikte tarihi akışın büyük bir ivme kazandığı, geleneksel değerlerin bütün dünyada yeniden keşfedildiği, modern yapıların ve anlayışların yeni bir dönüşüm süreci içine girdikleri kritik bir tarihi eşikte, kapsayıcı bir yenilenme ihtiyacına cevap oluşturmak üzere yola çıkıyoruz.
“Siyasetimizin temel felsefesi, geleneğe saygılı özgürlükçülüktür”
Bu çerçevede; nesiller aşan ortak aklın ürünü olan değerlerin korunması bağlamında geleneğe saygılı, birey hakları, vatandaşlık hukuku ve milli egemenlik bağlamında modern ve çağdaş, sınır aşan teknolojik etkileşim ve yerküredeki her gelişmeye açık olan bir gelecek vizyonu bağlamında küresel bir siyaset anlayışını benimsiyoruz. Siyasetimizin temel felsefesi, geleneğe saygılı özgürlükçülüktür. Geleneğe bağlılığımız statükoculuk değil, modernliğimiz geleneksel değerlerimizden kopuş değil, küreselliğimiz teknolojik değişim karşısında insani özü ihmal eden bir edilgenlik değildir.
Mustafa Kemal Atatürk vurgusu
Milletimizin tecrübelerinden neşet etmiş değerlerini de, modernleşme sürecimizin eseri olan ve Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kurulan Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin birikimini de koruyacak ve gelecek nesillere aktaracağız.
“Hedefimiz inanç ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme, eleştiri ve gösteri özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayan bir hukuk düzenidir”
Bu doğrultuda, gençlerimizin küresel etkileşimin olağanüstü artmakta olduğu bir geleceğe saygın özneler şeklinde hazırlanmasını sağlayacağız. Siyasetimizin temeli, insan onurunu korumak ve yüceltmektir. İnsanı ve onurunu varoluşumuzun temeli, bütün siyasi mekanizmaları, kuralları, kurumları ve teamülleri birer araç olarak görüyoruz. Devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır. İnsanı ve onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiç bir devlet baki olamaz. Demokratik bir yönetimin esasını temel hak ve özgürlüklerin bütün vatandaşlar tarafından eşit ve özgür bir biçimde kullanılabilmesi oluşturmaktadır. Geleneğimizde esasları konmuş olan canın, aklın, neslin, inancın ve mülkün korunması kamunun sorumluluk alanlarını, çağdaş toplumsal hayatın temelini dokuyan evrensel insan hakları beyannamesi vatandaşların temel özgürlük alanlarını tanımlar. Hedefimiz can ve mal güvenliğini, inanç ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme, eleştiri ve gösteri özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayan bir hukuk düzenidir.
“Usulsüz ve baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek, Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır”
Düşünce ve inanç hürriyetini kısıtlayarak bireyin özgür iradesini yok etmeye çalışan dinî veya seküler her akım ve rejim, insanın zihnen köleleştirilmesine yol açar. Nitekim bunun örneğini de 15 Temmuz’da her türlü cürmü işleyebilecek birer robota dönüşen darbecilerde görmüştük. Dünyada otoriter ve popülist eğilimlere yöneliş olduğu bir dönemde kendi özgür iradesine malik, onurlu ve başı dik insanların yaşadığı bir ülke inşa etmeliyiz. Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş demokratik bir toplumun temel ihtiyacıdır. Bunu yok etmek, usulsüz ve baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek, Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır. Basının baskı altında olmadan, sansür ya da oto sansürün uygulanmadığı, gazetecilerin keyfi gözaltı ya da tutuklamalara ve yargılamalara maruz kalmadığı bir düzen inşa edeceğiz.
“Çoğunlukçuluğa karşı çoğulcu bir yaklaşımı hayata geçireceğiz”
Siyasi yöntem ilkemiz kapsayıcılıktır. İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği taşıyan herkes mutlak anlamda eşittir. Etnik, dini ve mezhebi kimlik ayrımlarına dayalı yaklaşımlara karşı toplumun her kesimini ve her bireyini kapsayan bir siyasi anlayışın sözcüsüyüz. Farklılıkların güven ve huzur ortamında bir arada yaşamasının teminatı olan kapsayıcılık ilkesi bağlamında çoğunlukçuluğa karşı çoğulcu bir yaklaşımı hayata geçireceğiz. Ülkeleri aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar; ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder. Son derece zengin bir kültür harmanını bünyesinde barındıran ülkemizde yaşayan her kültür, dil, inanç ve gelenek milletimizin ortak mirası olarak saygıdeğerdir.
Bütün kültürel kimliklerin kültürel miraslarını koruma ve kültürlerini geliştirme haklarını temel bir insan hakkı olarak görüyor ve devletçe desteklenmesini savunuyoruz. Bu bağlamda tüm demokratik ve kalkınmış ülkelerde olduğu gibi, ana dilin eğitimde ve sosyal hayatta öğretilmesi ve kullanımı, vatandaşlarımızın bu vatana duydukları aidiyet bilincini güçlendirecek, toplumsal barış ve dayanışmamızı tahkim edecektir. Bunu ayrıca uzun tarihi süreçlerde Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’daki akraba topluluklar ile aramıza girmiş kültürel bariyerleri aşmamızı sağlayacak stratejik bir unsur olarak değerlendiriyoruz.
Farklı toplum kesimlerini ilgilendiren bu hassas süreçlerin her tür istismarı ortadan kaldıracak şekilde katılımcı bir ortak akılla yürütülmesi büyük önem taşımaktadır. Partimiz bu ortak akıl süreçlerinin öncüsü ve destekçisi olacaktır.Siyasetimizin vicdani ilkesi din ve inanç özgürlüğüdür. Kısıtlayıcı laiklik anlayışı da, dine siyasal düzen içinde işlevsel bir rol tanımlama çabası da, tek bir dini akımın siyasal düzeni antidemokratik yöntemlerle ele geçirerek din-siyaset ilişkisini belirleme iddiası da, küreselleşmeyle derinleşen varoluşsal sorunlar karşısında geçerliliğini yitirmiştir.
Siyaset alanında herkes kendi imtihanını vermeli ama dini değerleri bu imtihan sathına sokmamalıdır. Hak ve makam talepleri ibadet üzerinden değil adalet, ehliyet ve liyakat temellerine dayalı hukuk ve teamül üzerinden geçekleşir. Devlet, bütün dini/mezhebi/felsefi anlayışlara ve topluluklara aynı mesafede olmalı ve eşit yaklaşım göstermelidir. Bu çerçevede temel ilkemiz özgürlükçü laiklik ve çoğulcu din anlayışıdır.
Alevi yurttaşlarımızın inanç ve öğreti temelli taleplerine, geleneksel Mürşid, Pir ve Dede ocakları esas alınarak ve modern Alevi örgütlerinin talepleri göz önünde bulundurularak, eşit yurttaşlık hakkı ve demokratik uzlaşı temelinde çözüm bulunacaktır.
Gayrimüslim vatandaşlarımızın talep ve sorunları, eşit vatandaşlık ve din ve vicdan özgürlüğü ilkeleri temelinde çözülecektir. Hangi görüş ve ideolojiye mensubiyet söz konusu olursa olsun, siyasetin dini semboller ve hassasiyetler üzerinden güç devşirmesinin önüne geçecek bir kurallar ve teamüller manzumesi oluşturulacaktır. Dini ya da seküler hiçbir yapının devlet içinde ayrıcalıklı bir konum elde etmesine müsaade edilmeyecektir.
Toplumun manevi olgunluğu için çaba göstermesi gereken dini/mezhebi referanslı yapıların, devletin rasyonel bürokratik mekanizmalarla işleyen yapısına müdahale ederek paralel yapılanmalara yönelmesi engellenecektir. Siyasetimizin meşruiyet temeli özgürlük-güvenlik dengesine dayalı kamu düzenidir. Özgürlüğü garanti edilmemiş insanın kendi onurunu koruması, güvenliği tehdit altında olan birinin kendi özgürlük alanını yaşaması mümkün değildir. Güvenlik adına özgürlüklerin kısıtlanmasının insan onurunu yok eden dikta rejimlerine, özgürlük adına güvenliğin ihmal edilmesinin ise kaosa ve iç çatışmalara yol açar.
Kamu düzenini tehdit eden şiddet ve terör başta olmak üzere her türlü kaos girişimine karşı vatandaşlarımızın canını, malını, hak ve özgürlüklerini koruyacak bir güvenlik ve adalet mekanizmasının işlemesini sağlamanın en temel vazife olduğuna inanıyoruz.
Ülkemiz uzunca bir süredir terör tehditleriyle karşılaşmaktadır. Türkiye’nin hem yurt içinde hem de yurt dışında terörizmle güçlü bir mücadele yürütmesi bir zorunluluktur. Ancak Türkiye terörle mücadele konusunda her yönüyle eşsiz bir tecrübeye sahiptir. Bu çerçevede, terör ve terörle mücadele söylemi Türkiye’nin enerjisini tüketen, toplumsal uyumunu zedeleyen ve dış politika esnekliğini körelten bir tuzak olmaktan çıkarılmalıdır. Türkiye’nin bu husustaki acı tecrübelerinin ışığında, özgürlükleri korumayı ana vazife gören ve güvenlik açığı üretmeyen bir güvenlik anlayışının hâkim kılınmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Aziz milletim, Değerli arkadaşlar,
Sağlık ve eğitim konularını vatandaşlarımızın doğumundan hayatlarının sonuna kadar süren temel insan hakları bağlamında değerlendiriyoruz. Bütün diğer insan hakları sağlıklı ve iyi eğitim almış nesiller tarafından hayata geçirilebilir. Sağlık sadece vatandaşların kişisel iyiliği ile sınırlı bir konu değildir. Aksine toplumun geleceğini şekillendiren en temel parametrelerden birisidir. Bu anlamda sağlığı ulusal ölçekli gelecek projeksiyonlarında stratejik bir güvenlik meselesi olarak ele alıyoruz. İnsan onuruna dayalı siyaset anlayışımızın ve insan odaklı kalkınma stratejimizin en temel araçlarından birisi, bütün vatandaşlarımızı kuşatan sağlık politikalarımız ve sosyal devlet uygulamalarımızdır.
Eğitim de belli yaş sınırları içinde ele alınan formel bir formasyon konusu değildir. Kaliteli bir eğitim için, öğrencilere herhangi bir resmî veya tanımlanmış ideolojinin dayatılmasını reddediyoruz.Eğitimi insan devşirme alanı olarak değil, nitelikli insan yetiştirme alanı olarak görüyoruz. Eğitimde evrensel değerleri ve insan haklarını merkeze alan, farklılıkları bir zenginlik olarak gören, tek tipçi değil, tüm kesimleri kucaklayan demokratik ve çoğulcu bir yaklaşımı benimsiyoruz. Çocukların en temel hakkı sevgi ve şefkat, gençlerin en temel hakkı ümitvar bir gelecek projeksiyonu ve istihdam, yetişkinlerin en temel hakkı onurlu bir hayat standardı, yaşlıların en temel hakkı ise huzurlu çevre şartlarıdır.
Gençlerimizin düşünen, sorgulayan, demokratik değerleri ve geleneklerimizi sindirmiş, farklılıklara saygılı, ahlâki bir duruşla her türlü ayrımcılığın karşısında duracak, çağdaş dünyanın bilgisine hâkim bireyler olmasını arzuluyoruz. Bu hedeflere ulaşabilmenin yolunun ise tam demokratik Türkiye amacımızdan geçtiğini düşünüyoruz. Gençlerin dinamizminden korkanlar, onları dar kalıplara hapsetmektedir. Biz ise o dinamizmi gerçek anlamda hayata geçirebilmek için her alanda ön açıcı özel düzenlemeler gerektiğine inanıyoruz.
Aile toplumun doğal ve temel unsurudur. Bugün bir çok toplum aile kurumunun çözülmesi tehdidi ile karşı karşıyadır. Ülkemizde de yaşadığımız toplumsal sorunların ortaya çıkmadan önlenmesine yönelik sosyal politikaların oluşturulmasında öncelikli unsur aile kurumudur. Bu kuruma olan inanç ve güvenin sağlamlaşması, ekonomik ve sosyal kalkınma politikalarının hayata geçirilmesi sürecinde önemli bir rol oynayacaktır.
Hedefimiz; kadın ve erkeğin birbirine rağmen değil, birbirine güç veren destekçiler olarak hayatın her alanında yan yana ve birlikte yol almalarını sağlamaktır. Partimiz ırk, dil, inanç ve sınıf temelli ayrımcılıkların karşısında durduğu gibi cinsiyet ayrımcılığının da karşısında fırsat eşitliği prensibiyle durmaktadır. Demokratik ve müreffeh bir topluma ulaşma hedefi ile kadınların hayatlarına ilişkin tercihlerini özgürce yapabilecekleri sosyal, siyasal ve ekonomik ortamın oluşması sağlanacaktır. Çevre anlayışımızın temeli mekâna saygıdır. Mekâna saygı, insana saygının ayrılmaz ve tamamlayıcı bir parçasıdır. Varoluşumuzun zeminini oluşturan doğanın ve çevrenin korunması gelecek nesillere olan bir borcumuzdur.
Doğada bize sunulan nimetlerin ekonomik değerinin toplamı, doğanın iç dengesini kaybetmemizin maliyetinden daha yüksek olamaz. Bugün o ekonomik değerleri elde etmek adına maliyetleri gelecek nesillere yüklemeyi, telafisi mümkün olmayan bir sorumsuzluk olarak görüyoruz.
Aziz milletimiz, Değerli arkadaşlarım,
Siyasi söylem ilkemiz gerçekçi vizyonerliktir.Özgün kavramları tüketen popülist hamasetten de, ümit ve vizyon içermeyen edilgen bir söylemden de uzak duracağız. Varolan gerçeklik ile gelecek vizyonu arasında söylem-eylem tutarlılığı sağlanacaktır. Yenilenme adına geçmiş tecrübe birikimimizi reddetmeyecek, geçmişe saygı adına da arkaik görüşlere fırsat tanımayacağız. Siyasi iletişim ilkemiz nezakettir. Siyaset dilimiz insan onuruna ve özel hayatın mahremiyetine saygı temeline dayanmaktadır. İnsan onuruna doğrudan saldırı niteliği taşıyan tahkir, küçük görme, aşağılama, hakaret ve nefret dili aramızda barınamaz ve hangi gerekçeyle olursa olsun meşru gösterilemez. Bugün siyasi hayatımızda halkımızın en çok özlediği nitelik seviyeli ve nazik bir siyaset dilidir. Siyasi muhataplarımız bize karşı hangi dili kullanırsa kullansın bu temel ilkeden taviz vermeyeceğiz. Eleştirilerimiz samimi ve yapıcı, düşüncelerimiz açık ve berrak bir dille ifade edilecektir.
Siyasi davranış ilkemiz ahlâki tutarlılık ve şeffaflıktır. Göründüğümüz gibi olup, olduğumuz gibi görüneceğiz. Kibre karşı tevazuyu, israfa karşı tasarrufu, şahsi çıkara karşı kamu çıkarını savunuyoruz. Güç ve iktidar sahibi olmak ayrıcalık değil, ağır bir sorumluluktur.Her türlü açık ve örtülü yolsuzlukla mücadele ve siyasi etik konusunu, ahlâki dokumuzun korunması ve adil gelir dağılımına dayalı sosyo-ekonomik dengenin sağlanması açısından bir zorunluluk ve önşart olarak görüyoruz.
Yolsuzlukların kökünden engellenmesi için kamu adına yapılan her türlü işlem, kamu denetimine açık olmalıdır. Bu ancak şeffaflık ilkesi ile sağlanabilir. Hem devlet yönetiminde hem de siyasette şeffaflığı ve hesap verilebililirliği kamu ahlakımızın en temel ilkeleri olarak benimsiyoruz.
Sivil toplum kuruluşları her yönüyle şeffaf olmalı, kayıt dışı ekonomi tümüyle tasfiye edilerek finansal kaynak akışlarına tam anlamıyla şeffaflık getirilmeli, hukuki süreçlerdeki görevlendirmeler tam bir şeffaflık içinde yapılmalı, devlet kurumlarında hiyerarşik şeffaflığı yok eden paralel yapılara asla izin verilmemelidir.
Siyasi etik bağlamında özel hayat alanı olan birey ve aile mahremiyetine mutlak şekilde saygı gösterilmeli ve siyasal alanın dışında tutulmalıdır. Diğer taraftan; özel kalması gereken aile ilişkilerinin kamusal ve resmi alana yansıtılması ise, hem aile hayatına zarar vermekte hem de hukuki ve sosyal sorumluluk alanının dışına taşan ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Kamu görevi yürütenlerin aile mensupları ne özel bir ayrıcalığa sahip olmalıdır ne de yıpratıcı bir eleştiriye muhatap kılınmalıdır. Siyasi ahlâk ve şeffaflık ilkeleri kişisel ahlâka güven ile teminat altına alınamaz. Bu çerçevede siyasi ahlâk, şeffaflık, siyasetin finansmanı ve imar rantlarının vergilendirilmesi yasaları acilen çıkarılacaktır. Siyasi icraat ilkemiz ortak akıl ve katılımcılıktır. Demokratik kültür, oy verme işlemi ile başlayan ve biten bir yetki devrine değil, hayatın her alanına sirayet etmesi gereken bir davranış biçimine dayanır. Ortak aklın gelişmesini teşvik eden düşünce özgürlüğü, seviyeli eleştiri ve samimi özeleştiri ahlâkı, siyasi hareketimizin zihni temelidir.
Parti olarak lider kültü ve edilgen kadrolar anlayışına dayanan siyaset tarzını red ediyoruz. Bunun Türkiye’ye ve siyasete nasıl irtifa kaybettirdiğini trajik örnekler üzerinden deneyimliyoruz. Bunun yerine, partimiz irade sahibi ve sorumlu liderlik, güçlü kadrolar, kollektif akıl ve dinamik kitle etkileşimini esas almaktadır.
Toplumsal düzen anlayışımızın temel ilkesi adalettir. Sağlam bir adalet felsefesine yaslanan hukuk yapısı aracılığıyla; insan hayatının, aklının, inancının, neslinin ve mülkünün teminat altına alınmadığı sosyal ve siyasal düzenler, iç ve dış her türlü darbe girişimine, kaosa ve saldırıya açık hale gelir.
Toplumsal ve siyasal hayattaki en büyük meselemiz, adalet dağıtması gereken yargı alanının güç devşirilen bir çıkar alanı olarak işlemesidir. Hukuk, güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlâki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir. Adalet fikrini sarsan en önemli sapma, tek tek vicdanlarıyla hükmetmesi gereken hâkim ve savcıların kolektif kimliklerle anılması ve hazırladıkları iddianamelerde, yaptıkları soruşturmalarda ve verdikleri hükümlerde bu kolektif kimliğin ve mahalle baskısının tesirinde kalmalarıdır.
Hâkimlerin adalet dağıtırken muhataplarının kimliklerine, kökenlerine ve özelliklerine karşı kör ve sağır olmalarını teminat altına alacak şartlar oluşturulacak ve gerekçe ne olursa olsun “suçların şahsiliği” ilkesinden taviz verilmeyecektir.
Toplumsal düzen ve devlet öfke ile değil, hakkaniyet temelinin üzerine oturtulmuş adalet terazisiyle hareket ettiği zaman ayakta kalabilir. Demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yargı bağımsızlığı esastır. Bu bağımsızlık, diğer anayasal güçler ile ilişkilerde olduğu kadar, kendi içinde oluşabilecek örgütlenmelere karşı da korunacak ve juristokrasi (yargıçlar iktidarı) benzeri oluşumların önüne geçilecektir.
Her bir yargıcın objektif hukuk normları içinde tek başına ve sadece kendi vicdanı ile karar vermesini sağlayacak bir hukuk düzeni kurulacak ve bu hukuk düzeninin işleyişi de demokratik hukuk devleti kuralları içinde denetime açık olacaktır.
Yargının hızlı ve etkin çalışması ve adil kararlar verebilmesi için esaslı bir reform yapılacaktır. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), ‘Hâkimler Kurulu’ ve ‘Savcılar Kurulu’ olarak ikiye ayrılacaktır. HSK’nın disiplin kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulmasını engelleyen hüküm değiştirilecektir. Adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, mahkemeye erişim hakkı gibi evrensel değerler haline gelmiş hakların, vatandaşlarımız tarafından etkin bir şekilde kullanılmasının yolu açılacaktır. Tutuklamanın istisna olması ilkesi titizlikle uygulanacak ve objektif kıstaslara bağlanacaktır. Suçların şahsiliği ilkesine, masumiyet karinesine ve lekelenmeme hakkına özen gösterilecektir.
Güç yozlaşması ve gücün tekelleşmesi birçok sapmayı doğurur. Buna karşı çare, güçler ayrılığı ilkesine dayalı demokratik hukuk devletidir. Güçler ayrılığı ilkesine dayanan yeni anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiç bir güç olmayacaktır. Güçler ayrılığı garanti altına alınmalıdır. Bunun için yasama erki; yürütme ve yargı erkleri karşısında dengeleyici bir özerkliğe sahip kılınacaktır. Millet tarafından doğrudan seçimle işbaşına gelen TBMM yasama görevini yaparken hiç bir şekilde ve hiç bir güç tarafından baskı altına alınamaz.
Son anayasa değişikliği ile işlevini ve önemini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan TBMM’nin siyasal etkinliği mutlak surette artırılacaktır. Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiç bir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması, yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir. Yürütme erki de yasama ve yargı erki gibi anayasal denetime açık olacaktır.
Aziz milletim, Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’nin en eski tartışmalarından birisi ülkemizin tam demokratik, özgürlükçü ve sivil yeni bir anayasaya kavuşmasıdır. Demokratik bir anayasa olmadan Türkiye’nin müreffeh ve demokratik bir geleceği olmayacaktır. Partimiz, milletimizin hak ettiği yeni anayasanın mümkün olan en geniş katılımla sıfırdan yazılması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye’nin çözülemeyen bir diğer sorunu, hükümet sistemidir. Hükümet sistemleri ile demokrasi arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır. Hükümet sistemini demokratik olmasını temin edecek üç önemli kriter mevcuttur: Hukuk devleti ilkesine riayet, hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması ve denge/denetleme mekanizmalarının varlığı.
Hangi hükümet sistemi olursa olsun, sistemlerin demokratikliği bu kıstaslarla belirlenir. Ülkemizde yıllarca uygulanan Parlamenter Sistem’in de, 2016 Referandumuyla benimsenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de bu demokratik kriterleri karşıladığını söylemek mümkün değildir.
Başkanlık Sistemi, hemen her alanda yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki etkisini artırma ve yürütmeye mümkün olduğunca fazla güç devretme düşüncesiyle inşa edilmiştir. Yeni sistemle birlikte; karar alma süreçlerinde ve yetki kullanımında yaşanan daralma yönetimde ciddi bir verimlilik, etkinlik ve güven sorunu ortaya çıkarmanın yanında, demokratik standartlarda da sert bir düşüşe yol açmıştır. Bu sistem devam ettiği takdirde demokratik toplum düzenini sürdürmek mümkün olmayacaktır.
Bu çerçevede, ülkemizin tarihi tecrübesi ve mevcut yapısını göz önünde bulundurarak, her türlü vesayetten arındırılmış demokratik bir Parlamenter Sistemi savunuyoruz. Devlet mimarisinin yeniden tanziminde temel ilkemiz süreklilik içinde değişimdir.Devlet yeniden tanzim edilirken statükoculuğa dayalı kurumsal asabiyet terk edilecek, ancak kurumsal kültür ve hafıza özenle korunacaktır. Kamu yönetiminde etkinliğin, kurumsallaşmanın ve şeffaflığın sağlanması, Türkiye’nin en önemli meselelerinden biridir. Güçlü bir merkezi yönetimin ilk şartının, yerinden yönetime verilen önem ve açılan alan miktarı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye, yerel yönetimler sorununu konuşurken telaffuz edilmeyen korkular ve tabular yüzünden, ne yerel ne de merkezi reformları yapamamıştır.
Yerinde halledilebilecek hiçbir başlık merkezden idare edilmek zorunda değildir. Partimiz, Anayasadaki idari vesayet yetkisinin demokratikleştirilmesi için, mahalli idarenin hiyerarşik ilişki içerisinde olması gereken merciin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı veya yerel yönetimlerden sorumlu yeni bir bakanlık olması gerektiği inancındadır.
Siyasal sistem tercihimiz katılımcı demokrasidir. Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanması geri döndürülemez bir kazanımdır. Cumhuriyetimiz ortak aidiyetimizin, demokrasi bu ortak aidiyet alanındaki doğal ve güzel farklılıklarımızın korunmasının teminatıdır. Bu çerçevede çoğulcu ve katılımcı demokrasi ve onun zeminini oluşturan sivil toplum güçlendirilecektir. Sivil toplum kuruluşlarının demokratik yönetime daha aktif katkı sağlamasının önündeki bütün engeller kaldırılacaktır. Sivil toplumun gücü büyük binalarda değil derin vicdanlarda tecelli eder.
Katılımcı demokrasi, sivil toplumun siyaset kurumunu meşru yöntemlerle ve şeffaf bir biçimde etkilediği ve kamu yönetimini denetlediği bir ortamda gerçekleşir.
FETÖ gibi gizli yapıların, devlet gücünü gayrimeşru biçimde ele geçirmek amacıyla siyaseti vesayet altına almaya çalışması da, devletin sivil toplumu güdümü altına alarak araçsallaştırması da demokrasiye zarar verir.
Sivil toplumun devlete eklemlenmesi ve farklı kaygılarla görüş beyan edemez hale gelmesi, sivil toplumun ruhunu ve vicdanını yok etmektedir. Siyasi partiler özgürlükçü ve demokratik bir toplumsal düzenin vazgeçilmez unsurlarıdır.
Türkiye’de siyasi partilere ilişkin anayasal ve yasal düzenlemeler son derece kısıtlayıcı hükümler içermektedir. Partilerin örgütlenmesinden propagandasına, yönetim kademesinden teşkilat sayısına kadar her konuyu detaylı bir şekilde düzenleyen ve partilerin elini kolunu bağlayan yasaklayıcı bir anlayıştan uzak durulmalıdır. Türkiye’nin siyasetin alanını genişletecek ve parti içi demokrasiyi tahkim edecek yeni bir siyasi partiler düzenine ihtiyacı vardır. Bu amaçla, demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu hazırlanacaktır.
Ayrıca, siyasetin kalitesini, özerkliğini ve siyasal sistem içindeki etkisini artırmak üzere, Siyasi Partiler Kanununun yanı sıra yeni bir Seçim Kanunu yapılacaktır. Siyasi geleneğimiz, parlamento çoğunluğuna sahip siyasi parti veya iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda seçim sistemini değiştirmelerinin kötü örnekleriyle doludur. Seçim sisteminin, her seçim öncesinde Meclis çoğunluğuna sahip siyasi partilerin insafına terkedilmesi, temsilde adalet ilkesini zedeleyecek uygulamalara alan açmaktadır.
“Seçim barajı uygulamasına son verilmelidir”
Bu çerçevede, seçim sistemine ilişkin temel ilke ve kurallar anayasal güvence altına alınmalıdır. Mevcut haliyle baraj sistemi, seçim öncesi ittifakları zorunlu kılarak siyasetin dinamizmini yok etmektedir. Temsilde adalet ilkesini hayata geçirmek üzere seçim barajı uygulamasına son verilmelidir. Devlet yönetiminde temel ilkemiz ehliyet, liyakat ve emanettir.
Bürokrasiyi güç mücadelesi alanı olmaktan çıkarmanın en temel aracı olan bu ilkeler, yönetimde etkinliğin de asli dayanaklarıdır. Bürokrasi siyasi iradeye ve hukuka sadakatle, siyasi irade ise bürokrasiye ehliyet ve liyakat ilkeleri temelinde yaklaşmakla yükümlüdür. Bu ilkelerin hayata geçirilebilmesi için, kamu hizmetine girişin ve yükselişin liyakat ekseninde bütün vatandaşlara açık ve eşit kurallara bağlı olduğu bir kamu istihdamı öngörüyoruz.
“Kamuya personel istihdamında mülakat sistemi kaldırılacak”
Kamu hizmetine giriş, kalış ve yükselişin kayırmacılık, nepotizm ve farklı çıkarlar sebebiyle aşındırılmasına müsaade etmeyeceğiz. Ayrıca siyasi, dini, mezhebi, kültürel, bölgesel, sosyo-ekonomik zümre aidiyetlerinin, kamu istihdamında avantaj veya dezavantaj oluşturmasının önüne geçeceğiz. Bu aidiyetlerin karar alma süreçlerini etkilemesi durumunda, çok somut şekilde hak arama yollarının açık olmasını sağlayacağız. Kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere seçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılacak, yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar yapılacaktır.
Aziz milletim, Değerli arkadaşlarım,
Ekonomi alanında temel hedefimiz âdil ve sürdürülebilir refahtır. Geçmişten tevarüs edilen büyük sermaye birikimine ve zengin enerji kaynaklarına sahip olmayan ülkemizin en önemli ekonomik güç unsurları; özgürlükçü demokrasisi, uzun yıllara dayanan serbest piyasa tecrübesi, dinamik insan kaynağı ve ekonomik fırsatlar açısından eşsiz coğrafyasıdır. Bu güç unsurlarını ekonomik etkinliğe dönüştürebilmek için ticaret ve sermaye hareketlerinde dünyaya açık, serbest piyasa ekonomisi ilkelerini benimsiyoruz.
Bu çerçevede devletin ekonomideki rolünün, nesnel ve genel kurallar koymak ve bu kurallara uygunluğu denetlemek olması gerektiğine inanıyoruz. Denetim bağımsız, tarafsız ve nesnel ilkelere bağlı olmalı, asla bir baskı aracı ve tehdit unsuru olarak kullanılmamalıdır.Bütün çağdaş örnekler, ekonomik gelişim ile demokratik hukuk devleti ilkeleri arasında doğrudan bir irtibat olduğunu ispatlamaktadır. Girişim ve sözleşme özgürlüğünü teminat altına alan, hukuk kurallarının yalın, anlaşılabilir ve şeffaf olmasıdır. Bu hukukî temeli sağlayamayan ülkelerin uzun dönemli yatırımlar çekebilmesi de, sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmesi de mümkün değildir.
Bu çerçevede ekonomik başarı için ön şart, hukukun üstünlüğünün hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde hâkim kılınmasıdır. Rekabetçi bir ekonomi ve girişimci dostu bir yatırım ortamı,ancak öngörülebilirliğin sağlandığı, kuralların herkese eşit uygulandığı ve mülkiyet hakkının güvence altına alındığı bir ortamda kurulabilir. Bu ise yargının tarafsız, bağımsız, hızlı, etkin ve hepsinden önemlisi evrensel hukuka uygun işlediği hukuk devletinde mümkündür. Asya, Avrupa ve Afrika ana kıtasının merkezinde ve önemli denizlerin ve ekonomik havzaların kesişim hattında bulunan coğrafi konumumuz, mal ve hizmet üretimi, enerji, tarım ve ticaret stratejilerimiz bağlamında, en etkin şekilde değerlendirilecektir.
Ekonomide nihai hedefimiz; Toplumsal refah ve kalkınma için sürdürülebilir, kapsayıcı ve çevre dostu büyümeyi, Bireylerin özsaygı ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarını karşılayacak tam istihdamı,Ekonomik kaynakların toplumun tamamının yararına uygun ve etkin biçimde dağılmasını,Gelirin adil ve dengeli bir biçimde bölüşülmesini sağlamaktır.
Rekabet ettiğimiz diğer ekonomilerin kıta ölçekli ekonomiler olduğu göz önüne alındığında, bu hedefe ulaşmanın olmazsa olmaz koşulunun, dünyada açık ekonomilerin ve serbest ticaret sisteminin yaygınlaşması olduğu açıktır. Avrasya anakıtasının en büyük üretim üslerinden birisi olan ülkemizin diğer pazarlara açılması için vize muafiyetleri ve serbest ticaret anlaşmalarının yaygınlaşması politikalarına öncelik verilecektir. Ar-Ge ve yüksek teknoloji yatırımlarına büyük destekler vererek teknoloji tüketen değil teknoloji üreten bir ülke olacağız.
Ekonomik gücümüz ile ulusal güvenlik ihtiyaçlarımızın kesişim alanında milli savunma sanayimizin dışa bağımlılığını azaltmak ve güçlendirmek milli bekamızın en önemli dayanaklarından birisidir. Dış politikadaki temel ilkemiz çok boyutlu barış diplomasisidir. Bu ilke doğrultusunda milletimizin uluslararası alanda onurlu bir yer edinmesi temel hedefimizdir. Hem dünyada ve bölgede yaşanan gelişmelerin, hem de dış politikamızın bugüne kadarki seyrinin esaslı bir muhasebesi yapılarak, Türkiye’nin çıkarlarını koruyan değer-odaklı bir yaklaşım benimsenecektir.
Bugün her düzeyde bütüncül bir stratejik yenilenmeye ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede, öncelikle dinamik uluslararası konjonktürün gereklilikleri doğru bir şekilde tanımlanarak, çoklu güçler dengesinin dinamiklerini doğru okuyan çok boyutlu, rasyonel ve esnek bir diplomasi stratejisi benimsenecektir.
Bu küresel dinamizm ile bölgesel dengeler arasındaki etkileşim doğru bir zeminde değerlendirilerek, yakın çevremizde sarsılmakta olan bölgesel düzen unsurlarını destekleyen, risk unsurlarını ise asgariye indiren bir yaklaşım benimsenecektir.
Bölgesel sorunlarda barışçıl diplomasi araçları ve arabuluculuk mekanizmaları ile istikrar ve düzen kurucu bir rol oynanacaktır. Ülkemizin özgün bir şekilde geliştirdiği ancak son dönemlerde etkinliği ve kapsamı daralmış bulunan ikili yüksek düzeyli stratejik işbirliği mekanizmaları, üçlü bölgesel mekanizmalar, arabuluculuk girişimleri ve vize muafiyetinin yaygınlaştırılması gibi işlevsel politikaların etkinliği artırılacaktır.
Dış politikanın ülke içi siyasi rekabetin değil, Türkiye’nin çıkarlarının konusu olması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin, 21. yüzyılda dünyadaki saygın yerini koruması ve daha da geliştirmesi için demokratik değerlere yaslanan, küresel kamplara sıkışmayan, dünyada yaşanan jeopolitik dönüşümü dikkate alan ve bölgesel kısır döngülere itibar etmeyen bir dış politika perspektifine sahip olmasını hedefliyoruz.
Bugün küresel kırılganlıkların ve bölgesel çatışmaların oluşturduğu bir jeopolitik ortamda bulunan ülkemizin, bir istikrar adası olma hüviyetini korumanın, en önemli vazifelerimizden birisi olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede ABD ile inişli çıkışlı seyreden ilişkilerimiz kurumsal ve süreklilik arzeden bir çerçeveye oturtulacak, NATO bünyesindeki ittifak ilişkilerimiz ve AB üyeliği yönündeki stratejik perspektifimiz korunacak. Türkiye, Batı ile yaşadığı sorunları yine Batı içerisindeki tartışmaların öncüsü olarak, orada müttefikler bularak daha etkin bir şekilde çözebilir.
Buna ilaveten, başta Rusya ve Çin olmak üzere Asya derinliğindeki ilişkilerimiz güçlendirilecektir. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu gibi komşu bölgelerde ve yakın coğrafyamızda kalıcı istikrar ve barışı temin edecek öncü ve vizyoner bir rol benimsenecektir. Afrika, Asya ve Latin Amerika derinliğinde geliştirilen açılım politikaları kararlı bir şekilde çeşitlendirilecek, bölgesel ve küresel örgütlerdeki aktif katılımımızla uluslararası barışa katkı sağlanacaktır.
Ülkemizin, tarihinden güç alarak, modern dünyanın saygın ve müreffeh bir üyesi olmasını arzuluyoruz. Bu hedeflere ulaşmak için; dünyanın büyük bir kısmını etkileyen içe kapanmacı dalga ile mücadele etmek gerektiğini, bunun da demokrasimizin derinleştirilmesi, ekonomimizin güçlendirilmesi ve istikrarlı ve itibarlı bir dış politika izlenmesi yoluyla mümkün olduğunu düşünüyoruz.
20. yüzyılın kampları arasına sıkışmayan, kısa vadeli taktiksel kazanımları uzun vadeli çıkarlarımıza tercih etmeyen, dış politika çıkarlarımızı iç politika tartışmalarından ayırt eden bir 21. yüzyıl vizyonuna yaslanıyoruz. Bu bakış açısı, ulusal güvenliğimizi kalıcı politikalarla teminat altına alırken, ülkemizin küresel ve bölgesel düzlemlerde siyasi ve ekonomik ağırlığını muhafaza etmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda, diplomatik söylem ve iletişim dili tümüyle değiştirilecektir. Diplomaside içeriği boşaltılmış popülist yüksek retorik ve iletişim dili hem rasyonel diplomasiyi engellemekte, hem ülkemizi iletişim kazalarının yol açtığı suni krizlerle karşı karşıya bırakmakta, hem de uluslararası itibarımıza zarar vermektedir.
Diplomatik söylemde hiçbir uluslararası aktörü dışlamayan, insanlığa karşı terör ve kitle imha silahları suçu işlememiş herkesle ve her kesimle diyaloğa açık ve insanlık vicdanına hitap eden bir diplomatik söylem dili benimsenecektir. Kurumsal yenilenme bağlamında ise dış politika yapım süreçlerinde demokratik katılımı artıran ve kurumsal akılları devreye sokan bir yaklaşım benimsenecektir.
Son dönemde kişiselleştirilen ve yetkisiz aktörlerin devreye girmesiyle kurumsal niteliği zaafa uğrayan diplomatik ilişkilerin, köklü devlet tecrübemize dayalı bir şekilde yeni bir ahenge kavuşturulması zaruridir. Bu bağlamda parlamentomuzun, kurumlarımızın ve sivil toplumun dış politika yapım süreçlerine katkısını artırmanın, dış politikamızın meşruiyet ve etkinlik zeminini güçlendireceğine inanıyoruz
Zengin kültürel birikimi, özgürlükçü demokrasi tecrübesi, güçlü ekonomisi, insan odaklı siyaset anlayışı, sağlam sosyal dokusu, dinamik insan unsuru, etkin dış politikası ile Türkiye insanlık aleminin onurlu bir üyesi ve küresel düzenin yükselen gücü olmayı hak etmektedir.
AKP’ye açık eleştiri: Millet derdi kalmayanlar, adalet meselesi olmayanlar…
Aziz milletimiz, Değerli arkadaşlarım,
Bugün, Türkiye ekonomisi derin bir krizin içerisindedir. Enflasyon, işsizlik ve faizler çift haneli, büyümemiz ise eksidir. Kişi başına gelirimiz 10 bin doların altına inmiş ve gerilemeye devam etmektedir. Sanayi üretimimiz yüzde 4’leri bile bulamamaktadır. Paramız yabancı paralar karşısında tarihi değer kayıpları yaşamaktadır. Gençlerimizin yüzde otuza yakını işsiz durumdadır. Türkiye’yi yönetenlerin iktidarda kalmanın dışında başka bir gündemleri bulunmamaktadır. Türkiye derdi olmayanların, millet derdi kalmayanların, adalet meselesi olmayanların milletimizin geleceği için söyleyecekleri de kalmamıştır.
“Hep aynı şeyi söylüyor, adaleti, hakkaniyeti, şeffaflığı, dürüstlüğü, eşitliği duyunca rahatsız oluyorlar”
Onun için hep geçmişi konuşuyorlar. Onun için hep aynı şeyleri söylüyorlar. Onun için adaleti, hukuku, hakkaniyeti, şeffaflığı, dürüstlüğü, ahlakı, eşitliği duyunca rahatsız oluyorlar. Bugün herkes için eşit ve şeffaf bir şekilde işleyecek hukuk mekanizması ortadan kalkmıştır. Adalet sistemimiz güven duyulan değil, korkulan bir mekanizmaya dönüşmüştür. Milletimiz toplumsal farklılıklarımızı ve kırılganlıklarımızı kendisine siyasi sermaye yapanların, geleceği inşa edemeyeceğini görmektedir. Milletimiz korkularla ve tabularla siyaset yapanların ülkemizi yarınlara taşıyamayacaklarını bilmektedir. 20.Yüzyıla ait sorunlarla siyaset yapanların, Türkiye’nin 21. Yüzyılına sunacakları bir vizyon bulunmamaktadır.
Türkiye yeterince geçmişte yaşadı. Türkiye’nin bugününü yönetemeyenler de hep geçmişe sığındılar. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaşmak üzere olduğumuz bu zaman diliminde, ülkemizin sorunlarının çözümü güçlü bir gelecek tasavvuruyla mümkündür. Türkiye’nin geçmişte bırakması gereken sorunlardan beslenenlerin, ortaya çıkardığı karamsar tablo baştan aşağı değişecektir.
Şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı güçlendirmek, esaslı muhasebeler yapıp isabetli dersler çıkarmak ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları atmaktır.
Bu ortak hedef doğrultusunda kanaat önderlerimizi, aydınlarımızı ve her siyasi kesimden vatandaşlarımızı ortak vicdanımız, ortak aklımız ve ortak irademiz temelinde ortak geleceğimizi belirlemek için omuz omuza vermeye davet ediyoruz.
Partimiz temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, ayırımcılıkların son bulduğu, adil ve müreffeh bir Türkiye vizyonu ile yola çıkmaktadır.
“Sorunlardan beslenenler Türkiye’yi aynı sorunlarla meşgul edenler var”
Rabbimden, ülkemizi yarınlara umutla taşıyacak “GELECEK PARTİSİ”nin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Türkiye’nin geleceği aydınlıktır. Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, Türkiye’nin sorunlarını çözemeyenler vardır, sorunlardan beslenenler vardır, yıllardır Türkiye’yi aynı sorunlarla meşgul edenler vardır.
Demokrat zihniyet, ortak akıl ve toplumsal uzlaşma temelinde, kuşatıcı bir siyasi vizyon, yetkin bir kadro ve rasyonel bir yönetim anlayışıyla sorunlarımızın tamamını çözüme kavuşturmak mümkündür.
Gün; devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma günüdür. Gün; geçmişimizden güç alarak ve bugünü doğru anlayarak geleceğimizi inşa günüdür. Gün; herkesin güven içinde yaşadığı özgür bir gelecek inşa etme günüdür. Gün geçmişe takılıp kalma günü değil, geleceğe ve ufka yürüme günüdür. Gelecek Partisi hepimizin geleceğinin adresi, kaynağı ve umut ışığıdır. Gelecek Partisi milletimizin yarınıdır. Gelecek bizimdir. Gelecek milletimizindir. Gelecek Türkiye’nindir.