Dün gece yaşanan elim hadisenin İdlib krizinde gelinen dönüm noktalarından bir tanesi olduğunu ifade eden Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, “Etkileri de kısa ve orta vadede uzunca hissedilecektir. Türkiye’nin toplumsal hafızasında hatta devlet hafızasında travma niteliğinde olabilecek bir gelişmedir. 4 Temmuz 2003 tarihinde ABD’nin Irak’ta Türk askerini gözaltına alması çuval hadisesi olarak bilinir. Bu tarih de bundan sonra Türkiye Rusya ilişkilerinde ve Türkiye’nin güvenlik politikalarında dönüm noktası olarak dikkate alınacaktır. Başlı başına hadisedir. Türkiye’nin oradaki misyonu ve bulunma sebebi bellidir. Rejimin siviller üzerinde katliamını engellemeye çalışması ve olası göç akınını engellemeye çalışmasıdır. Daha çok defansif bir hareketlenmeydi. Ama buna mukabil, rejimin ve destekçilerinin Türkiye’nin öne sürdüğü ilkelere ve koşullara rağmen ısrarla üzerine gitmesi sonucu bu elim hadiseyle karşılaşıldı. Sonuçları da hem Suriye özelinde hem de bölge genelinde etkili olacak bir gelişmedir” dedi.
“Rusya’nın saldırı hakkında yaptığı açıklama inandırıcı değildir”
Rusya’nın saldırıyı kendilerinin yapmadığına dair yaptığı açıklamayı inandırıcı bulmadığını belirten Pirinççi, “Ancak Türkiye’de ve dünya genelinde Rus veya Moskova merkezli düşünen bazı kişilerin bu haberi satın alabilir. Bunun haricinde kimsenin bunu inandırıcı bulacağına inanmıyorum. Zira, rejimin sahadaki ilerlemesi Rusya’nın aklıyla şekil almaktadır. Nereye, ne zaman, nasıl saldıracağı ve bu saldırı yapılırken, hava gücü açısından alanın açılması ve hava desteğinin sağlanması hep Rusya’nın sağladığı gelişmelerdir. Aynı şekilde alt düzeyde de Türkiye ve Rusya arasında askeri bürokratlar arasında bir iletişim mekanizmasının olduğunu biliyoruz. İlk saldırıda da böyle bir bahane ile karşımıza çıkmıştı. Ama kısa sürede yalan olduğu ortaya çıktı. Rusya’nın müdahil olmayacağını hiçbir şey söz konusu olamaz. Rejimde Rusya’dan aldığı destek olmazsa böyle bir şeye kalkışamaz. Rusya rejimin suç ortağıdır. Ötesinde berisinde bir şey aramaya gerek yok. Rusya’nın bu açıklaması doğrudan Türkiye ile karşı karşıya gelmek istememesinden kaynaklanmaktadır” dedi.
“Mültecilere kapıların açılması Avrupa’nın tepkisine yol açacaktır”
Türkiye’nin dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu belirten Pirinççi, “Geçmişte yapılan çalışmalarda Türkiye mültecilere yaptığı harcamaların yüzde 95’ini kendi öz kaynaklarından yapmıştır. Avrupa ülkelerinden sadece kuru bir teşekkür aldı. Bazen onu bile yapmayanlar oldu. Bazı alanlarda özellikle Türkiye’nin barış pınarı harekatında ve bu çerçevede Suriyelileri yeniden kendi ülkelerine yerleştirme politikası olarak eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Bu yükü artık Türkiye tek başına taşımayacağını hep söylüyordu. İdlib’ten şu anda Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı kadar bir mültecinin gelme ihtimali bulunmaktadır. Türkiye bunu defalarca söyledi. Karşı taraftan buna karşı bir farkındalık oluşmadı. Şunu hatırlamak lazım, Avrupa’da Suriye krizinin etkilerine yönelik etkilerinin ortaya çıkması 2 hadiseyle olmuştur. Birisi DEAŞ’ın kafa kesme hadisesi, tarihi eserleri parçalamasıdır. Bundan daha önemlisi ise, Avrupa sınırlarına dayanan mülteci akınıyla başlamıştı. Özellikle mülteci akınından sonra Avrupa ülkeleri, Türkiye’ye yönelik politikalarında ve Suriye ile ilişkilerinde ne kadar önemli bir işlev ve fonksiyon oynadığının farkına vardılar. Ancak bu çabuk unutuldu. Avrupa açısından özellikle Türkiye’ye yönelik bakış açısı, ilişkiler ve müzakere süreci dondurulmuştu. Özellikle Doğu Akdeniz başta olmak üzere, Türkiye’de bölgesel politikalarda yaşanan çekişmeler, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı daha olumsuz tutumu beraberinde getirmişti. Avrupa’da bir lidersizlik sorunu yaşanıyor. Genel anlamda Avrupa ile birlikte düşündüğümüzde, batı olmadan nasıl bir dünya oluşur tartışmaları yaşanmaktaydı. Böyle bir dönemde, Türkiye gibi bir ülke Avrupa Birliği’nin yanı başında aday olan bir ülke, dünyanın en büyük göç baskısıyla karşı karşıyadır. Bir o kadar da göçmen gelme riski bulunmaktadır. Karşı tarafta Türkiye’nin bu tutumunu takdir etmemektedir. Muhtemelen bir gün içerisinde birkaç binlere ulaşmasının ardından Avrupa Birliği’nden de tepkiler gelecektir. İlk baştan Türkiye’yi durdurmaya yönelik tepkiler olacaktır. Ama bunu başaramayınca Türkiye’nin Suriye politikasında daha hassas olacaklardır. Özellikle Türkiye’nin oluşturmaya amaçladığı yeniden yerleşim alanlarının fonlanmasına ilişkin bazı katkılar olacaktır. Almanya bireysel olarak 25 milyon euro bir söz vermişti. Türkiye sınırına yakın bölgelerde geçici barınma merkezlerinin yapılmasına katkı vereceklerdir. Hiçbir şey yapılmadığı takdirde, Avrupa Birliği de biraz da bu yükün altında olacaktır” şeklinde konuştu.
NATO’nun 5 değil de 4’üncü madde üzerinde toplanmasının önemli olmadığını belirten Pirinççi, “Önemli olan toplantı sonucunda ortaya çıkacak sonuçlardır. Büyük kapsamlı 5 maddenin harekete geçirileceğini düşünmüyorum. Ama bir yandan Türkiye’ye siyasal söylem bakımdan destek, diğer yandan da Türkiye’nin hava savunma sistemine katkı yapılması gerekiyor. Öncelikle Kahramanmaraş ve Adana’daki savunma sistemlerinin Suriye sınırına getirilmesi gerekmektedir. NATO üyesi ülkelerden yeni hava savunma sisteminin alınarak Suriye sınırına getirilmesi söz konusudur. Bunun ötesinde Suriye’ye yönelik bir operasyona kimsenin gireceğini düşünmüyorum. Hava savunma sistemleri Türkiye’nin elini kolunu bağlayan gelişmedir. Türkiye yüksek düzeyde hava savunma sistemi olmadığı için Suriye’de eli kolu bağlı durumdadır. Ancak bir gerçek de var. Şu anda Rusya, Suriye’nin hava sahasını elinde tutuyor. Türkiye’nin böyle bir sistemi olsaydı dahi Rusya’ya karşı ne kadar kullanmak isteyecekti. Ama madalyonun diğer tarafı, Rusya Türkiye’nin elinde böyle bir sistem olsaydı ne kadar o hava sahasını kapalı tutabilecekti. Dolayısıyla iki tarafı keskin bir kılıç şeklinde bir gelişmedir. Türkiye uzun zamandır hava savunma sistemini almak istiyor. Son olarak S-400’ler söz konusudur. Ancak bunun da ne kadar etkili olabileceği, Rusya ile kriz bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Sözün özü Türkiye’nin yüksek düzeyde hava savunma sistemine ihtiyacı var. En ideali bunu kendi imkanlarıyla yapmasıdır. Ancak bunun içinde teknoloji birikimi gerekmektedir. Bunun için de Türkiye’nin bulunduğu coğrafya gereği buna zamanı yoktur” dedi.