İsimleri unutuyorum ama tüm yüzler aklımda.
Bir yanda şatafatıyla herkesi şaşırtan cemiyetler, diğer yanda aldığı nafakasıyla hepimize dert olan sosyal medya ünlüleri, ve en köşede her gün daha da vahşileşerek katledilen kadınlar, unutulmayan yüzler.
Kadının asla kadın olmadığı bir düzende, çıldırmışlığın sorumsuzluğuna hepimiz ortak ediliyoruz. Ve belki şu an bile hala bir yerlerde bir kadın dövülüyor, bir yerlerde bir kadına işkence ediliyor.
Ayrılmak isteyen eşine, evlilik yıl dönümünde ‘sana sürprizim var’ diyerek gözlerini bağlayıp, arkadan maket bıçağı ile boğazından kesip öldüren adamın ülkesinden herkese merhaba! Cemile Ertürkoğlu, Özgecan Aslan’ın kuzeniydi. Eşi, sabaha kadar karısını parçaladı. O arada duruşmada geçen iddialara göre, kızı geldi gitti. Babasının ne yaptığına baktı. Uykusu gelmiş olacak, babası annesinin cesedinin parçalarından kalan zamanda kızını yatırdı. Gün ağardığında, kıyma makinesi aldı. Kıyma makinesiyle devam etti. Eşinin parçaladığı uzuvlarını kıyma makinesinde çektirdi kocası. Poşetleri restaurantlara yakın çöplere attı, kafası için de , ‘kıyamadım parçalamaya, babamın mezarına gömdüm’ diyerek ayrıntıladı. İleride bir kadın olacak olan kızının, banyoda et parçaladığını sandığı babası, mahkemede kızının annesinin kaval kemiğini kesmenin ne denli zor olduğunu anlattı. O ayrıntılar öylesine dehşet vericiydi ki mahkeme başkanı bile, “İddianameyi okurken rahatsız oldum” dedi.
Tam buradan merhaba…
Yerleşik bir tanım olma yolunda ilerleyen ‘kadına şiddet’ konusunu asla, başlı başına değerlendirmemek gerektiğini düşünenlerdenim. Önceleri ‘kadına karşı şiddet’ de denirdi, ‘karşı’sı yok bugünlerde, sadece öznesine meyli feci derecede dikkat çekiyor.
Ve fakat sonunda bir kanıksatıldık mı?
Maalesef evet.
Bir gün üniversiteli bir kızı, diğer gün kocaman bir kadını, ertesi gün bir kadın doktoru, daha ertesi günü yaşam hikayesi zorlukla dolu gencecik bir kızı, bir başka zaman çocuk gelini, daha bir başka zaman bir işçi kadını kaybediyoruz. Toplumca bu olaylara katkı sunulduğunun kimse farkında değil. Algı, bir çok silahtan daha etkili olabildiğinden beri, insanlarda toplu bir ruh bozukluğu yaşanıyor. Sıfatlar, havada uçuşuyor. İnsanların neler yaşadıklarından habersiz bir şekilde klavye başından, telefon ekranından yargılar dağıtılıyor. Her bir yanı sevgisizlik olan, genetik kodu ‘kurban’ olan kadınlarımızın büyüttüğü kızlarımız, çöken kapkara bulutlara doğru yükselip gidiyor. Sevmeyi bilmeyen oğlanlar büyüten annelerimiz, geleceğin annelerini doğmadan öldürdüğünün farkında değiller. Anadan babadan hasarlıları bir araya getirseniz tüm ülke aynı ışığa ağlayarak bakabilir, genlerin işlediğini yok edemezsiniz ama, bir nesli hatta üç nesli kurtarmak ancak araştırmakla ve okumakla mümkün olacak. Meselenin derinine bakmak lazım gibi bir yargı koymayacağım ama aklımda hep aynı soru…
Bu kadınlar neden kendilerini yok etmeye yeminli adamların şiddetine maruz kalabiliyor?
Bu adamlar neden bir canlıyı böylesine yok edebilecek derecede vahşileşebiliyor?
Kendimce çok gözlemim var, ancak bireysel farkediş buna yetmiyor. Hepimiz toplu bir sorgulama yapmalıyız. Dünya ülkelerinden dem vuramıyorum, çünkü dünya ülkeleri aile olmaktan tutun da nasıl sağlıklı birey olunabilir araştırmasına dair her şeyi bir yaşam felsefesi olarak doğan her çocuğa işliyor. Bizim kadersizliğimiz, coğrafyadan ileri gelmiyor sadece. Toplumsal dnası ile bu kadar oynanan bir ülkede herkes bir başka yalana inanmaya çok meraklı. Ne de olsa herkesin bir mecrası var. Orada bir yas da tutuluyor, egolar cilalanıyor, acınılıyor da üzünülüyor da. Yani her şey çok basit. Bazen tepki de koyuluyor, bazen öfke de kusuluyor. Çoğu zaman eş dost meclislerinde ‘ ben haberlere bakmıyorum valla..” diyerek önemsizleştiriliyor. Esas atladığımız, bu olaylar bittiği ile kalmıyor. Bittiği ile kalan sadece bir kadının hayatı. Bu nefretin ve cehaletin tohumları, korkulu bir lanet gibi hepimizi saracak, alakasız olsanız da bir yerinden sizi de vuracak.
Çünkü gözlükleri çıkarınca insanın suratına çarpan pislikler, öldürülen bir kadının gözleri kadar çarpıcı.
Bir Afrika atasözü “Köyü tarafından sevilmeyen çocuk, sonunda o sevgi sıcaklığını hissetmek için köyünü yakar” der. Yer küre, ve de en çok bizim yaralı coğrafyamız sevilmemiş çocuklarla, katledilmiş ruhlarla, şiddetin benimsetildiği geniş ailelerle, küfürlerin kutsandığı küçücük bedenlerle dolu..